Devletleri insanlara benzetebiliriz aslında. Her insanın
doğum büyüme gelişme ve ölüm gibi evreleri olduğu gibi devletlerinde doğduğu,
geliştiği doruğa ulaştığı ve hastalandığı dönemleri vardır. ‘İnsanı yaşat ki
devlet yaşasın.’ düsturuyla kurulan bir cihan devletinin bu benzetmeden mahrum
kalması düşünülemez bir durumdur. Şimdi bu cihan devletinin erişkinliğe ulaşma
yıllarından bahsedelim. Öncelikle bu bu erişkinliğe ulaşmasını sağlayan büyük
bir insandan, ulu çınarın sapasağlam gövdesini oluşturan büyük lidere hep
beraber bakalım.
1432 yılının mart ayında Edirne sarayında dünyaya gelen
Sultan II. Murad’ın oğlu sarayda büyük neşe ve sevince boğmuştu herkesi.
Dördüncü oğlunu kucağına alan büyük sultan adını ne koyacağını kafasında
belirlemiş ve kulağına ezan ile birlikte söylemiştir:
‘Senin adın Mehmed, senin adın Mehmed, senin adın Mehmed!’
Bu ismi severdi ve büyük atası Çelebi Mehmed gibi sabırlı ve
dirayetli olması için koymuştu; belki de ilerde mülkün sahibinin o olacağı
doğmuştu içine.
Büyük âlimlerden Hacı Bayram-ı veli hazretleri de bu dönemde
yaşamış, sultan murad’a rehberlik etmiştir. Rivayet edilir ki bir gün Sultan
Murad bir sohbet sırasında Hacı Bayram-ı Veli hazretlerine sorar:
‘Kıymetlü Üstadum, nicedür azumuz Bizansı almaktur; acep ne
vakit vakıf oluruz?’
Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri’nin cevabı işte bu şehzadenin
başka olacağının ibaresidir:
‘Sizin devrünüzde elden gelen her şey yapılmuştur hünkarum,
lakin fethi gerçekleştirecek olan şu kundaktaki çocuk ve bizim Akşemseddin’dir…’
Bu muştulama ile birlikte Sultan Murad’ın oğluna karşı
sevgisi ve onu eğitme çabası da artmış, dönemin âlimlerinden olan Molla Gürani
Hazretleri’ni şehzadesini eğitmek üzere görevlendirmiştir. Başlangıçta hırçın şehzade
işleri alaya almaya başlasa da Molla Gürani onu düzene sokmuştur. Bir gün bir
dersinde getirdiği değneği şehzadeye gösterip ‘dersü dinlemeyenün cezasudur’
dedikten sonra artık şehzade dersleri dikkatle dinlemeye öğrenmeye başlar.
Anlatılanları çabuk kavrar ve oldukça zekidir şehzade Mehmed. Sadece hocalarından
öğrenmekle kalmayarak kendini geliştirmiş, batılı düşünürlerin eserlerini
tercüme edip okumuştur. Şehzade Mehmed ayrca 5 lisan bilmekteydi (Arapça,
Farsça, İtalyanca, Yunanca, Latince). Şehzadelik zamanlarını böyle geçirmekte
iken büyük ağabeyi Ahmed vefat eder. Babası Mehmed’i Diyar-ı Rum sancakbeyi
tayin eder. Burayı idare ettikten sonra diğer ağabeyi Alaadin ile yer
değiştirerek Saruhan(Manisa) sancağına geçer. Buradayken de hem bir yandan
vazifelerini ifa eder hem de batılı düşünüleri okumaya devam eder, kendini
sürekli geliştirir. Bunun sonucunda tahta çıktığında batılı kültürlerine ve
siyasetlerinin bilgisine vakıf olur ve hamlelerini doğru, yerinde yapar.
Bu yıllarda Şehzade Alaaddin de vefat eder. Sultan Murad
Han, devlet işlerinden yorulduğu için ve oğlu Mehmed’e fırsat vermek için
tahttan feragat eder. Bu hamlenin yerinde olduğunu söyleyemeyiz çünkü bunu
duyan haçlılar yeni bir ordu kurar ve osmnalı üzerine yürümek, çınarı kökünden
yok etmek isterler. Diğer taraftan Veziriazam Çandarlı Paşa da bu hamlenin
yerinde olmadığını hünkâra arz eder lakin Murad Han dönmez. Son çare olarak
küçük padişah Mehmed Han babasına mektup yazar:
‘Pek kıymetlü babam Sultan Murad Han, vazifenizi bana
devreddünüz lakin küffar fırsat bekler ve hazurluk yapar. Ger ben sultan isem
tez vazifenüze ordunun başına geçinüz, emrediyorum! Ger siz padişah isenüz gelün ve devletünüzün
ordunuzun başına geçünüz! ‘
Bu mektubu yazarken Şehzade Mehmed henüz 12 yaşındadır,
lakin akli olarak çoktan kemale ermiş bir durumdadır. Bu mektubu alınca Sultan
Murad oğluyla gurur duyar ve emri alıp ordusunun başına geçer. Küffarla
karşılaşır ve çarpışır. 1444te küffarı Varna da hezimete uğratır.
Şehzade Mehmed de Saruhan’a geri döner, vazifesini ifaya
devam eder. Babasıyla yine seferlere katılır, cenk eder. Birkaç yıl sonra oğlu
olur, adını Bayezid koyar. Büyük atası Yıldırım Bayezid gibi mert ve yiğit
olsun diye. Saruhan yılları böyle devam eder.
Ve ileriki yıllarda Sultan Murad vefat eder(1451). Şehzade
Mehmed Edine’ye çağrılır, cülusu yapılır. Altına haritaları serer ve kılıcını
oraya saplar: Konstatinapolis!
Gözü karadır ve daha önce atalarının dedelerinin
yapamadığını kendisinin yapacağına emindir. Bir gün lalalarını paşalarını
toplar ve şu muhteşem sözü söyler:
“Ya ben Konstantiniyye’i alırım, ya da Konstantiniyye beni!”
Gemileri yakmıştır, artık dönüş yoktur; hemen hazırlıklar
yapılır. Hisarlar yapılır, toplar dökülür, dualar edilir, namazlar kılınır ve
gaza yoluna çıkılır. Artık hadis-i şerif’e vakıf olmanın zamanıdır:
"Konstantiniyye elbet feth olunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel askerdir."
Fethe çıkılır, yola revan olunur, gemileri karadan yürütür ve 2
yıl gibi bir sürede fetih tamamlanır. Sultan Mehmed artık “Ebu’l Feth” olarak
anılır ve “Fatih” ismini alır. Ancak bu daha bir başlangıçtır, bu henüz 20sinde
yiğit bir lider ve onun yetişkinliğe ulaşmış çınarı… Onları kimse
durduramayacaktır.
Tarih denen bu büyük
verimli toprağı sulayan, emek veren bir başka sancaktarı anlatırken buluşmak
dileğiyle…
Recep Gürler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder