22 Ağustos 2014 Cuma

BU TOPRAĞIN SANCAKTARLARI-III

Devletleri insanlara benzetebiliriz aslında. Her insanın doğum büyüme gelişme ve ölüm gibi evreleri olduğu gibi devletlerinde doğduğu, geliştiği doruğa ulaştığı ve hastalandığı dönemleri vardır. ‘İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.’ düsturuyla kurulan bir cihan devletinin bu benzetmeden mahrum kalması düşünülemez bir durumdur. Şimdi bu cihan devletinin erişkinliğe ulaşma yıllarından bahsedelim. Öncelikle bu bu erişkinliğe ulaşmasını sağlayan büyük bir insandan, ulu çınarın sapasağlam gövdesini oluşturan büyük lidere hep beraber bakalım.
1432 yılının mart ayında Edirne sarayında dünyaya gelen Sultan II. Murad’ın oğlu sarayda büyük neşe ve sevince boğmuştu herkesi. Dördüncü oğlunu kucağına alan büyük sultan adını ne koyacağını kafasında belirlemiş ve kulağına ezan ile birlikte söylemiştir:

‘Senin adın Mehmed, senin adın Mehmed, senin adın Mehmed!’

Bu ismi severdi ve büyük atası Çelebi Mehmed gibi sabırlı ve dirayetli olması için koymuştu; belki de ilerde mülkün sahibinin o olacağı doğmuştu içine.
Büyük âlimlerden Hacı Bayram-ı veli hazretleri de bu dönemde yaşamış, sultan murad’a rehberlik etmiştir. Rivayet edilir ki bir gün Sultan Murad bir sohbet sırasında Hacı Bayram-ı Veli hazretlerine sorar:

‘Kıymetlü Üstadum, nicedür azumuz Bizansı almaktur; acep ne vakit vakıf oluruz?’
Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri’nin cevabı işte bu şehzadenin başka olacağının ibaresidir:

‘Sizin devrünüzde elden gelen her şey yapılmuştur hünkarum, lakin fethi gerçekleştirecek olan şu kundaktaki çocuk ve bizim Akşemseddin’dir…’

Bu muştulama ile birlikte Sultan Murad’ın oğluna karşı sevgisi ve onu eğitme çabası da artmış, dönemin âlimlerinden olan Molla Gürani Hazretleri’ni şehzadesini eğitmek üzere görevlendirmiştir. Başlangıçta hırçın şehzade işleri alaya almaya başlasa da Molla Gürani onu düzene sokmuştur. Bir gün bir dersinde getirdiği değneği şehzadeye gösterip ‘dersü dinlemeyenün cezasudur’ dedikten sonra artık şehzade dersleri dikkatle dinlemeye öğrenmeye başlar. Anlatılanları çabuk kavrar ve oldukça zekidir şehzade Mehmed. Sadece hocalarından öğrenmekle kalmayarak kendini geliştirmiş, batılı düşünürlerin eserlerini tercüme edip okumuştur. Şehzade Mehmed ayrca 5 lisan bilmekteydi (Arapça, Farsça, İtalyanca, Yunanca, Latince). Şehzadelik zamanlarını böyle geçirmekte iken büyük ağabeyi Ahmed vefat eder. Babası Mehmed’i Diyar-ı Rum sancakbeyi tayin eder. Burayı idare ettikten sonra diğer ağabeyi Alaadin ile yer değiştirerek Saruhan(Manisa) sancağına geçer. Buradayken de hem bir yandan vazifelerini ifa eder hem de batılı düşünüleri okumaya devam eder, kendini sürekli geliştirir. Bunun sonucunda tahta çıktığında batılı kültürlerine ve siyasetlerinin bilgisine vakıf olur ve hamlelerini doğru, yerinde yapar.
Bu yıllarda Şehzade Alaaddin de vefat eder. Sultan Murad Han, devlet işlerinden yorulduğu için ve oğlu Mehmed’e fırsat vermek için tahttan feragat eder. Bu hamlenin yerinde olduğunu söyleyemeyiz çünkü bunu duyan haçlılar yeni bir ordu kurar ve osmnalı üzerine yürümek, çınarı kökünden yok etmek isterler. Diğer taraftan Veziriazam Çandarlı Paşa da bu hamlenin yerinde olmadığını hünkâra arz eder lakin Murad Han dönmez. Son çare olarak küçük padişah Mehmed Han babasına mektup yazar:

‘Pek kıymetlü babam Sultan Murad Han, vazifenizi bana devreddünüz lakin küffar fırsat bekler ve hazurluk yapar. Ger ben sultan isem tez vazifenüze ordunun başına geçinüz, emrediyorum!  Ger siz padişah isenüz gelün ve devletünüzün ordunuzun başına geçünüz! ‘

Bu mektubu yazarken Şehzade Mehmed henüz 12 yaşındadır, lakin akli olarak çoktan kemale ermiş bir durumdadır. Bu mektubu alınca Sultan Murad oğluyla gurur duyar ve emri alıp ordusunun başına geçer. Küffarla karşılaşır ve çarpışır. 1444te küffarı Varna da hezimete uğratır.
Şehzade Mehmed de Saruhan’a geri döner, vazifesini ifaya devam eder. Babasıyla yine seferlere katılır, cenk eder. Birkaç yıl sonra oğlu olur, adını Bayezid koyar. Büyük atası Yıldırım Bayezid gibi mert ve yiğit olsun diye. Saruhan yılları böyle devam eder.

Ve ileriki yıllarda Sultan Murad vefat eder(1451). Şehzade Mehmed Edine’ye çağrılır, cülusu yapılır. Altına haritaları serer ve kılıcını oraya saplar: Konstatinapolis!
Gözü karadır ve daha önce atalarının dedelerinin yapamadığını kendisinin yapacağına emindir. Bir gün lalalarını paşalarını toplar ve şu muhteşem sözü söyler:

“Ya ben Konstantiniyye’i alırım, ya da Konstantiniyye beni!”

Gemileri yakmıştır, artık dönüş yoktur; hemen hazırlıklar yapılır. Hisarlar yapılır, toplar dökülür, dualar edilir, namazlar kılınır ve gaza yoluna çıkılır. Artık hadis-i şerif’e vakıf olmanın zamanıdır:

"Konstantiniyye elbet feth olunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel askerdir."

Fethe çıkılır, yola revan olunur, gemileri karadan yürütür ve 2 yıl gibi bir sürede fetih tamamlanır. Sultan Mehmed artık “Ebu’l Feth” olarak anılır ve “Fatih” ismini alır. Ancak bu daha bir başlangıçtır, bu henüz 20sinde yiğit bir lider ve onun yetişkinliğe ulaşmış çınarı… Onları kimse durduramayacaktır.


Tarih denen bu büyük verimli toprağı sulayan, emek veren bir başka sancaktarı anlatırken buluşmak dileğiyle…

Recep Gürler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder