29 Ağustos 2014 Cuma

BU TOPRAĞIN SANCAKTARLARI-IV



Fatih Sultan Mehmed’in başarılarla, seferler ve yeniliklerle dolu geçen 30 yıllık büyük saltanatının son dönemleridir. Büyük fetihten sonra Ebu’l Feth unvanıyla anılan büyük Kayser-i Rum yeniden küffarın üstüne cenk etme hevesiyle yanıp tutuşmaktadır. Divanı ile görüşür, paşalarıyla planlarını yapar ve yeni bir büyük sefer hazırlığı başlatır.

Büyük İstanbul fethinden sonra Avrupa’nın ve Roma’nın kapıları sonuna kadar ona açılmış, oda bu fırsatı değerlendirerek balkanları ve Anadolu’daki küçük büyük devletleri Osmanlı mülküne katmıştır. Sefere hazırlanırken aklına yaptığı savaşlar, kuşattığı kaleler ve yeniçağı başlattığı gençliği geliyordu. Sanki dün Bosna’yı ele geçirmiş, sanki dün Arnavutluğu önünde çöktürmüş, sanki dün asırlık Bizans’ı ve yaverlerini yok etmişti.

Sefer hazırlıklarına Anadolu’ ya geçip Hünkâr Çayırı’nda devam etti. Bu kısımda bazı tarihçiler Roma seferi içindi dese de bu büyük sefer hazırlığı Mısır içindir bana göre. Lakin ona nasip olmayacak, torunu Yavuz Sultan Selim Han’a ait olacaktır. Gelin şimdi de büyük padişahın büyük torunu büyük halife, Hâdim'ul-Harameyn'uş-Şerifeyn yani Mekke ve Medine’nin hizmetkârı Yavuz Sultan Selim Han’ın kısa ama her anı dolu olan hayatına göz gezdirelim:

Sultan Selim Han, Sultan II. Bayezid’in küçük oğullarından biri olup, halk tarafından özellikle de ordu tarafından sevilir, sayılırdı. Devlet geleneğine göre taht ağabeyi Şehzade Ahmed’in hakkı idi. Lakin Şehzade Selim Anadolu’daki sorunları görmüş (şah kulu isyanı ve Kızılbaş sorunu), bu sorunu ancak kendisinin halledebileceğini düşünmüştü. Bunda babası Sultan II. Bayezid’in devlet sorunlarıyla son zamanlarında ilgilenememesi ve yumuşak bir huyunun olması etkilidir. Gerçi Sultan Bayezid de taht için kardeşi Cem ile münakaşa etmiştir lakin ordu ve devlet yönetimindeki bazı paşaların Bayezid’i taraf olarak seçmesiyle savaşın galibi belli olmuştur.

Şehzade Selim 29 yıl boyunca Trabzon sancakbeyliğinde bulunmuştur. Sancakbeyliği zamanında diğer şehzadeler gibi eğitim almış, dönemin önemli din ve ilim hocalarından dersler almıştır. Bulunduğu konum itibarıyla ülkenin doğu sınırında olanları inceleme fırsatı bulmuş, devletin belkemiği olan Türkmenlerin devletten hoşnutsuzluğunu ve İran’da bulunan Safevi devletine bağlandıklarını görmüştür. Bunu engellemek için, payitahttan çoğu zaman izin almadan, doğuya irili ufaklı seferler düzenlemiş, bu seferlerde hedefinde gürcüler olmuştur. Erzurum Kars gibi bölgeleri bizzat kendisi şehzadeliği döneminde ele geçirmiştir. Bu yaptığı hareketlerle bir yandan diğer devletlere karşı itibarı artmakta, diğer yandan da payitahtla arası açılmaktadır.

Bir zaman sonra artık Şehzade Selim taht yarışının başladığını sezer ve diğer rakipleri olan kardeşlerinden geride durmamak için harekete geçer. İlk önce oğlu Şehzade Süleyman’ın sancağının değişmesini, kendisine yakın bir yere naklolunmasını ister. İsteği gerçekleşir ve sancak verilir. Kefe sancağı Şehzade Süleyman’a verilir. Daha sonra Selim İstanbul’dan hızlı haber almak için Rumeli’den bir sancak istedi. Kefe sancağının kendisine verilmesini teklif eden payitahta ret cevabı verince artık iki taraf da anlamıştı ki bu bir hareketin başlangıcıydı. Selim Kefe’den Kırım’a kayınpederi Mengli Giray’a geçti ve onunda desteğini aldı. Oradan Rumeli’ye geldi. Rumeli’ye gelene kadar babasının gönderdiği âlim ulema geri dönmesini dilese de Selim gemileri yakmış, cihat yoluna varmak için taht yoluna çıkmıştı. Bir süre sonra baba ile oğlun orduları karşı karşıya gelmek zorunda kaldı. Şehzade Selim ve yaşlı babası Sultan Bayezid… İki taraf da savaşmak istemiyordu ve anlaşmalar yapıldı, padişah oğullarından hiçbirini veliaht ilan etmediğini, taht mücadelesinin son bulmasını buyurdu. Selim’e de Rumeli’de sancak verildiğini, herkesin deyim yerindeyse uslu durmasını buyurur.

Aradan zaman geçer, diğer şehzadeler yeniden harekete geçer ve Selim müdahale etmek ister. Babasının anlaşmayı bozduğunu söyleyerek tekrar savaşa hazırlanır, baba oğul yeniden karşı karşıya gelir. Bu sefer silahlar ortaya çıkar ve Selim mağlup olur. Gerisin geriye Kefe’ye gitti. Bunu duyan büyük şehzade Ahmed harekete geçer payitahta gelmek ister. Ancak yeniçeriler Selim’den yanadır ve Ahmed’i payitahta sokmaz. Ahmed de sancağına geri döner. Bu olaylar sonucu artık yaşlı padişah tahtı Selim’ vermenin zamanın geldiğini düşünür ve oğlunu İstanbul’a çağırır. Selim payitahta gelir ve babasının Dimetoka’ya, doğduğu topraklara dönmesine karşılık Osmanlı mülkünü devralır. Ne yazık ki Bayezid Dimetoka’ya varamadan vefat eder.

Sultan Selim, kendinden önce hak sahibi olan kardeşlerini alt ederek Osmanlı mülküne sahip olsa da bu mülk uğruna babasıyla çatışan, belki de ölümüne sebep olandı. Belki iyi yaptı, belki de doğru değildi yaptığı lakin babasından hayır dualarıyla alabileceği tahtı ne yazık ki ölümüyle aldı. Ondan sonra gelecek olan oğlu Sultan Süleyman Han ne güzel söylemiş:

Saltanat dedikleri ancak bir cihan kavgasıdır,

Olmaya baht ü saadet dünyada vahdet gibi.

Yavuz Sultan Selim mülkü devraldığında devlet doğuda Şii Safevi devleti ile çatışmadaydı ve buna bir çözüm gerekti. Bunun için doğuya yöneldi ve tarihe Çaldıran Muharebesi olarak geçecek büyük bir galibiyet kazandı. Daha sonrasında Mercidabık ve Ridaniye seferleri sonunda da Mısır’ı dedesi Sultan Mehmed adına almayı başardı.

O da batıya bir sefer düzenlemek için geçtiği Çorlu’da çıban illeti yüzünden ebedi âleme göç etti. Oğlu Süleyman’a gerisinde ağzına kadar dolu bir kasa, İslam âleminin liderliği olan hilafet ve sıfır sorunu olan güçlü zamanını yaşayacak olan bir devlet bıraktı. Allah ondan razı olsun.

Kanuni Sultan Süleyman da vakti gelince devraldığı bu büyük hazineyi layıkıyla yönetti ve 46 yıl hüküm sürerek cihanı adaletle yönetti. Belki de 46 yıllık hükümdarlığının bir karşılığı olarak da erkek evlatlarının tümünü (şehzade selim hariç) kendi sağlığında kaybetti. Gerek tahtta gözü var diyerek, gerekse de düşmana sığındı iddiası ile boğdurtmak zorunda kaldı. Devletin bekası için doğru olanı yapmıştı belki ama sonraki yıllarında yakasını bırakmayacak olan babalık vicdanı yüzünden çok üzüntü çekti. Devletin bekası için uygunsa ailesinden bir kişinin ölümü, çoğunluğun ölümünden yeğdir. Çünkü kendisinden birinin ölümü sadece kendisine zarar verirken, çoğunluğun ölümü devlete ziyan verir.

Sultan Süleyman’dan sonra artık işler iyi gitmemeye, devlet yavaş yavaş çürümeye başlar. Rüşvet, iltimas alır başını yürür. Devletin kolu kanadı kırılır. Sonradan gelenler bunları düzeltmeye çalışsa da başarılı olunamamıştır. Bunda vezirlerin makam ve mevki için birbirine girmesinin, ordunun isteksizleşmesinin de etkisi vardır. Nice yiğit padişahlar gelse de cihana, harcanmışlar, yıpratılıp bırakılmışlar bir kenara..

Yüzyıllar sonra ataları gibi mert, yiğit, halkı bilen, halkı seven, hakkı sevenler ortaya çıkacak ve cihan yeniden eskisi gibi barış hoşgörü ve iyilikle yönetilecektir. Osmanlı yeniden doğacaktır, Osmanlı ideali, düşüncesi yeniden doğacak; birileri bundan yine korkacak ve entrikalar yeniden baş verecektir.



Atalarının yolundan giden, hak bilir yiğit, bu toprağın evlatlarını, sancaktarları anlatmaya devam edeceğiz, esen kalın…


Recep Gürler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder