13 Ağustos 2014 Çarşamba

BU TOPRAĞIN SANCAKTARLARI

Tarih tek başına genel, büyük bir terimdir. Öylesine büyüktür ki varlığın ta ilk oluşumundan bu yana verimliliği bitmek tükenmek bilmeyen zengin ve bereketli bir toprak gibidir tarih... Tabi her toprağın da bir çiftçisi, bir uğraşanı vardır. İşte bu zengin varlık mirasının sancağını her dönem büyük isimler taşımıştır ve sonraki nesillere devretmiş, bu zengin varlık âleminden ötelere intikal etmiştir.
Bunlardan biri de bu zengin ve verimli toprağa tam 6 asır hükmetmiş, büyük cihan imparatorluğunun kurucusu olan Osman Gazi’dir. Küçük bir beylikken alıp onu gökyüzünü kaplayan bir dünya devleti haline getiren bu büyük lideri gelin biraz irdeleyelim.
Osman Gazi mülkünde 27 yıl hüküm sürmüş, beyliği geliştirerek devlet olma yoluna getirmiştir. Babası Ertuğrul Gazi’den mülkü devraldığında daha 23 yaşındaydı. Emri hak vuku bulunca diğer beylerin desteğini aldı ve hakkı olan beyliği istedi. Lakin kayı aşiretinin içinde bazı çatlaklıklar oluşmuştu ve bir kesim beyler Ertuğrul Gazi’nin kardeşi Dündar Bey’i beyliğin başında görmek istediler. Ve böylece 600 yıllık iktidar kavgasının ilk tohumları atıldı. Dündar Bey Kayı boyunun ileri gelen ulusları tarafından tutulmakta ve aşiretin genç yiğitleri ise Osman Bey'i desteklemekteydi. Bu çatışmanın ne kadar sürdüğü ne türlü devam ettiği bilinmemektedir. Fakat çatışma sonunda Osman Bey galip gelmiş ve düşmana karşı yapılan akınlara karşı çıktığı bahanesi verilerek yaşlı Dündar Bey'i bir ok atımı ile öldürmüştür. Beyliğin hak sahibi olarak kayı aşiretinin başına geçmiştir.
Osman Gazi büyük bir lider olmakla birlikte mert korkusuz ve cengâver bir o kadar da dinine bağlı, hak yolundan ayrılmayan bir mümin idi. Bunun bir göstergesi olacak ki o devrin “ahi” denilen büyük âlimlerinden olan Şeyh Edebali ile yakın bir bağlantı kurmuştur. Edebali’nin evinde misafir iken, istirahat için gösterilen odada, Kur'an-i Kerim'i görünce, sabaha kadar saygısından yatmadığı ve geceyi uykusuz geçirdiği bilinmektedir. Şeyh bu durumu öğrenince memnun kalıp kızı ile evlendirmiş, ona ve beyliğine hayır duası etmiştir. İşte bu hayır duaları büyük çınarın köklerinin güçlü olmasını sağlamış, dininden asla taviz vermeyen hiçbir devlet işini abdestsiz yapmayan büyük padişahların gelmesini sağlamıştır.
Osman Bey yine kur’an ve dua ile hemhal olduğu bir gece uyur ve bir rüya görür. Rüyasında Şeyhi Edebali Hazretleri’nin yanında yatar vaziyette görür kendisini. Sonra Edebali’nin iman dolu göğsünden bir hilal doğar, hilal büyür yükselir ve gitgide dolunay halini alır. Doğruca Osman Bey’in göğsüne girer. Daha sonra göğsünden bir ağaç biter ve oda büyümeye başlar, yükselmeye başlar. Bir çınar ağacıdır bu ve devletin çınar ağacı gibi dallanıp budaklanıp tüm göğü saracağının müjdeleyicisidir. Dallar yeşerir, gelişir ve tüm dünyayı kaplar. Bu ulu çınarın gövdesinde neler yoktur ki, gölgesinde dağlar ovalar denizler… Toroslar, Balkanlar, Kafkaslar ve daha niceleri hep bu çınarın altında boy gösteriyor, ben yegâne Osmanlı mülküyüm diye haykırıyordu. Ovalarda büyük şehirler, şehirlerde büyük camii şerifler vardı, minarelerinde müezzinler ezanı şerifi okuyordu. Derken bu ulu çınar bir büyük şehre daha geldi, küffarın elindeki değerli hazine Konstantiniyye idi bu şehir… Çınar bu şehri de sarmaya başlamıştı ve işte büyük cihan imparatorluğunun kurulacağı muştulanmıştı. Bu ulu sancağın başında henüz 23ünde bey olan Osman Gazi vardı ve 600 yıllık bir hikâye başlamıştı…
Tarih denen bu büyük verimli toprağı sulayan, emek veren bir başka sancaktarı anlatırken buluşmak dileğiyle…

OSMAN GAZİ VE KIRK SANDIK
Osman Gazi, düğüne davet edilmişti... Bilecik Tekfuru evleniyordu. Yarhisar Tekfuru'nun 13 yaşındaki kızı güzel Helofira'yı alıyordu.
    1299 yıllarında, Güzel Anadolumuza, Selçuk Türkleri hâkimdi. İstanbul ve civarında yaşayan Bizans İmparatorluğunu yıkmak için durmadan çalışırlardı. Bunun için taâ İstanbul'a kadar, Öncü (Uç) kuvvetler gönderilirdi. Osman Gazi, bu Uç Beylerinin en cesuruydu. Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri olan, Kayıların Başbuğu idi. Selçuk Sultanı kendisine Söğüt Kasabasını (Kışlak), Domaniç dağlarını da (Yaylak) vermişti. İstanbul civarında bulunan birçok kale ise, Bizans'ın elinde idi. Her kalenin başında, Tekfur isimli bir kumandan mevcuttu. Bizans İmparatorluğunu korumaya ve kurtarmaya çalışırlardı.
    Osman Gazi, gözüpek adamlarıyla Bizans'a ve Tekfurlarına kan kustururdu. Ondan çok çekinirlerdi. Bilecik Tekfuru da pek korktuğu Osman Bey'i, kendi düğününe davet etmek zorunda kalmıştı. Fakat bu daveti kendisi yapamamıştı. Eskiden Tekfur olan, ama Osmanlıların âdâletini gördükten sonra Müslümanlığı seçen Köse Mihal'e rica etmişti. Mihal Bey, Müslüman olduktan sonra sayısız kahramanlıklar göstermiş ve kendisine (Gazi Mihal) adı verilmişti.
   Düğün davetini duyan Osman Bey gülümsedi. Gene de hayret etmişti.:

- Ne dersin Mihal!.. Bu keferenin, bizi dâvetten maksadı ne ola?...

- Belli Beyim.. Maksadı fesatlıktır.

- Bilecik'te adamların çaşıtların var mıdır?

- Hemi de sarayın tam göbeğinde.

- Onlar ne fısıldar?

Mihal Bey, sesini yavaşlatarak:

- Niyetleri, düğünde seni zehirlemekmiş Beyim.

   Kara Osman'ın Kara kaşları çatıldı. Boynundaki şahdamarı kabardı... Fakat hiddeti çok sürmedi:

- Biz de bunu beklerdik.. Lâkin her işte bir hayır vardı. Sen hele yoldaşlarımızı, candaşlarımızı bir çağır bakalım. Onlar ne tedbir düşünürler! Meşveret gerektir.

    Biraz sonra (Otağ), âşiret Beyleriyle dolmuştu. Herksin geldiğini gördükten sonra, Osman Bey ayağa kalktı. Ayakta iken elleri, dizlerinden aşağı sarkardı. Çok heybetli ve tatlı dilli idi. Arkadaşlarının ayrı ayrı gözlerine baktı. Sonra kısaca vaziyeti anlattı. Beyler nefeslerini tutmuş O'nu dinliyorlardı. Bitince sordu:

- Akça Koca... Sen ki, babam cennetlik Ertuğrul Gazi ile bunca yaş yaşamış, bunca cenge girmişsin. Bu kâfir Tekfur'a ne tedbir buyurursun?

   Ak saçlı Akça Koca'nın cevabı kesindi:

- Buyruk senindir Beyim.

- Tedbirini bağışla, Akça Kocam...

- Hele öteki beyleri bir dinlesek Kara Osman'ım.

    Dediği gibi oldu. Meşverete katılan Abdurrahman Gazi, Satuk Alp, Kara Mürsel, Uytuğ Alp, Samsa Çavuş, Turgut Alp, Gazi Mihal ve Konur Alp beyler dinlendi. Konuşarak danışarak güzel bir karara vardılar. Sonunda Osman Gazi, Mihal Bey' buyruğunu bildirdi:

- Hemen Tekfur keferesine vurup, davetten ziyade memnun olduğumuzu bildiresin. Hak nasib eyler ise, düğüne gelmek istediğimizi ilâve edersin. Götüreceğim 2 tiftik sürüsünü de, hediye olarak kabul etmesini söyleyesin.

- Can baş üstüne Beyim...

- Velakin artık yaz geldiğini, Bileciğe kadar vardıktan sonra; Domaniç yaylasına geçmek istediğimizi bildirip, ruhsat (izin) isteyesin.

- İsterim Beyim.

- Sor bakalım harem halkımız, kadınlarımız, kızlarımız, düğüne ağırlık olmaz mı?

- Ne ağırlığı beyim?.. Kâfir sizi zehirledikten sonra, kadınlarınızı, kızlarınızı da câriye yapmayı düşler mutlaka.

- Sen sor hele!. Tedbirde kusur gerekmez.

- Sorarım Beyim sorarım. Fakat önce, 40 sandık düğün hediyesinden bahsetsem?

- Doğru dersin Mihal Bey. Asıl düğün hediyemizin, tam, 40 sandık doldurduğunu önceden söylemelisin. Sakın unutma. Kendi gözlerinle sandıkları saydığını ilave et.

- Unutur muyum Beyim; unutur muyum?

    Bilecik Tekfuru, tiftik sürülerini görünce, deliye dönmüştü. Fakat onu asıl sevindiren şey, Kara Osman'ın tuzağa düşmesiydi. Hele arkadan gelecek 40 sandık düğün hediyesini de duyunca, keçi sakalı titredi. Böylesini Bizans Kayseri bile gönderemezdi.

- Doğru mu dersin bre Mihal?.. Hakikaten 40 sandık hediye getirir mi bu Türkmenoğlu?

- Gözlerimle gördüm. Sandıklar tam 40 taneydi.

- Vay canına! Fakat gene de anlıyamıyorum. Bu kadar ağırlığı niçin göze almışılar?

- Niçin almasın Haşmetlim (!).. Burdan yaylaya, Domaniç dağlarına geçecekler ya... Haremindeki 40 hatunu da beraber getirdiği için, 40 sadık hediyeyi gözden çıkarmış Osman Bey.. Düğünde sana yük olmak istemez. Sonra, şanına layık bir armağan vermesi de gerekmez mi?

   Bunları işiten tekfurun gözleri parlamıştı. Tam Mihal Bey'in tahmin ettiği gibiydi. Kadınları nasıl (köle) yapacağını düşünüyor olmalıydı.

- Gelsinler... Gelsinler... dedi. Biz de onlara öyle bir ağırlama merasimi yaparız ki, cümle aleme şân olur. Muhteşem Bizans İmparatoru Palaologos hazretleri bile hayrette kalır.

    Söğüt kasabasında gizli ve heyecanlı bir hazırlık vardı. Düğüne gidilecekti.. Kararlaştırıldığı gibi, büyük boyda 40 tane sandık hazırlandı.. Pırıl pırıl cilalı bu hediye sandıklarına, çok itina ediliyordu. Hepsine altın süslemeler ve gümüş çiviler çakıldı. Her birinin yan tarafına, küçük delikler açıldı. O deliklerden kırmızı, beyaz ve pembe tüller sarkıtıldı. Düğün evine gitmeye lâyık şekilde süslendi. Nihayet içlerine hediyeleri de konuldu..
   Türkmen nineleri ise, haremdeki 40 yörük hanımını süslediler, donattılar. Düğüne hazır hale geldiler.
    Öğleye doğru, kafile yolu çıktı. 40 sandık hediye ve 40 Türkmen hatunu... Bilecik'te sabırsızlıkla bekleniyordu.
    Osman Gazi, beyaz atıyla Tekfur sarayına girince, herkes hayret etmişti. Çünkü yanında sadece 3 arkadaşı bulunuyordu. Bunlar Abdurrahman Gazi, Konur Lap ve Akça Koca beylerdi.
    Tekfur, onları yapmacık bir nezaketle karşıladı. Düğün ziyafetine buyur etti. Ortalığı zaten şölen etleri kokusu kaplamıştı.
    Misafirleri, kayınpederiyle tanıştırdı. İhtiyar Yarhisar Tekfuru da şaşalamıştı. Öyle ya.. Bizans'a kan susturan meşhur Osman Gazi; bu kadar tedbirsiz, bu kadar hatalı olabilir miydi? Kendi ayaklarıyla, ölümüne koşar mıydı?
    Herkes böyle birbirini süzerken, Büyükkapı tarafından gürültüler duyuldu. Sevinç çığlıkları arasında yeni davetliler göründüler. Meğer Mihal Bey, 40 sandık düğün hediyesini ve hatunları getirmişti. Harem halkıyla birlikte, orta avluya geçtiler. Prensesler ve Saray kadınları, yeni misafirleri ağırlamak için koşuştular. Gelenler daha çok 13 yaşındaki güzel gelini merak ediyorlardı. Gelin hanım, nedense şaşkın ve üzgün görünüyordu. Kadınları için, orta avluya masalar hazırlanmıştı. Osman Bey, hatunlarla aynı masaya oturmadığı için, onlar ayrı yerde ağırlanıyorlardı.
    Tam bu sırada Osman Gazi'nin gür ve erkek sesi ortalığı kapladı:

- Ya Allah.. Bismillah.. Allahüekber!..

    Besmele çekilmişti. Buyruk verilmişti
    Orta avludaki 40 Türkmen kızı, bu sesi duyar duymaz; şalvarları arasından eğri kılıçlarını çektiler. Başlarındaki takma saçları, tülleri, peçeleri de atınca, ortaya 40 Osmanlı Bahadır'ı çıkıvermez mi?
    Prenseslerin, düşeslerin, halayıkların çığlıkları arasında dış avluya hamle ettiler. Bu sırada Mihal bey de, hediye sandıklarını açıyordu. Her sandığın içinden, eğri palalı, pala bıyıklı Osmanlı Levedleri fırlayıverdiler.Ortalık ana-baba gününe dönmüştü. Şövalyeler, subaylar ve askerler çoktan pes etmişlerdi. Zaten dövüşemeyecek kadar sarhoştular.. Belki zindanlarda, sarhoşluktan ayılırlardı. O zaman ne olduğunu herhalde anlarlardı.
    Bilecik Tekfurunu sakalından yakalıyan Konur Alp, kılıcı havada seslendi:

- İzin ver beyim, şu keferenin kellesini uçurayım.

    Osman Gazi başını salladı:

- Olmaz Konur Alp, olmaz.. Biz buraya düğüne geldik, henüz düğün bitmedi ki...

     Ele geçen ganimet, savaşçılar arasında hemen oracıkta taksim ediliyordu. Bunların en güzeli de, Osman Gazi'nin oğlu Orhan Gazi' ye düştü. Teliyle, puluyla güzel gelin Helofira, Nilüfer adını aldı. 18 yaşındaki Orhan Bey'le evlendiler. Çok çok mesut bir hayat yaşadılar.
     Osman Gazi pek dindar bir Müslümandı. Alimlere saygılı, fakirlere merhametliydi. Adaletten hiç ayrılmazdı. Dürüst ve doğru sözlüydü. Buna rağmen savaşlarda, düşmanların hilesini en güzel şekilde alt ederdi. Çünkü bilirdi ki sevgili Peygamberimiz , "sallallahü aleyhivesellem", harplerde hile yapan düşmanlara karşı, hile yapmaya izin vermişti.

Recep Gürler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder