1 Eylül 2014 Pazartesi

ŞAPKA

Başa giyilen başlık anlamındadır. Latince “cappa” dan gelmektedir. Kadın, erkek ve çocukların sokağa çıkarken gerek aksesuar, gerekse sıcak veya soğuktan korunmak için giydiği kumaş, hasır, fötr veya çeşitli maddelerden yapılmış değişik desen ve şekillerde olan kıyafeti tamamlıyan bir aksesuardır.
Genel olarak şapka ;

* Yaşam şeklidir    


* Statü sembolüdür                    












* Kıyafetin veya üniformanın parçasıdır      















* Güneş ve soğuktan koruyucudur  
   







* Siyasi ve dinsel mesaj taşır            




















* Görünüşe otorite, itibar ve güven verir          
















BAZI ŞAPKA MODELLERİ ŞUNLARDIR



Bere : 15.yy'dan bugüne kadar kullanılan bir modeldir. Genişliklerinin değişmesine rağmen, yuvarlak ve düz bir tepesi vardır. Yün veya keçeden yapılır. Günümüzde BASQUE ve CHE GUEVERA beresi olarak tanınmaktadır.


Breton :16 yy. Fransız denizciler tarfından giyilen günümüzde kadınlar tarafından tercih edilen bir modeldir. Modelin özelliği çevresinin yukarıya doğru kıvrımlı olmasıdır.




Kovboy :  Amerikan büyük baş hayvan bakıcılarının giydiği kenarlı yün, tavşan veya çeşitli hasırlardan yapılan bir modeldir.









Derbi :  1888'den kullanılan melon şapkanın bir modelidir. Sert, ve yuvarlak hatlara sahiptir.








Fedora : Erkeklerin yumuşak şapkasının olduğu ve uzunlamasına tepesi olan kırıştırdığı fötr şapkaya benzeyen model, daha sonraları kadınlar tarafından benimsedi. İsmini 1882'de Paris'te sunulmuş olan ve Viktorya zamanı Sardou'nundramasındaki kadın kahramanından almıştır.







Fes : Kırmızı veya siyah, koni şeklinde   tepesi   düz   ve ona bağlı  bir püskül bulunan şapkadır. 19 yy'dan önce Türklerin resmi giysisi olmuştur. Fas'ın Fes şehrinden çıkmıştır








Kep :  Alman Ordu kasketidir. Fransız askerler tarafından benimsenmiştir. Düz - üstlü taç ve büyük ölçüde yatay siper bulunan bir şapkadır.







Kasket : 1920'lerde gazete dağıtan çocuklar tarafından giyilen bu model. Daha sonra yetişkin erkekler tarafından 1970'lerden sonrada kadınlar tarafından giyilmeye başlanmıştır. Siperli genel olarak yumuşak kumaşlardan yapılan bir modeldir.









Sombrero: İspanyolca şapka anlamına gelir. Yüksek tepesi tepesi ile başı serin tutar. Geniş kenarları sayesinde de cildi güneşten korur. Hasır ve keçeden imal edilir.



Kaptan: İlk önceleri Kuzey Avrupa ülkelerinde daha sonrada yaygın olarak Akdeniz ülkelerinde deniz ile uğraşan insanların giydiği siperli bir şapka modelidir. Günümüzde hem erkek hem de kadınlar tarafından kullanılmaktadır.




                                                 




ŞAPKANIN TARİHİ

İlk şapka kullanımına eski Mısır ve Yunan döneminde Teb kentinde bulunan erkek mezarlarında rastlanmıştır.

 M.Ö. 3200 yılında Mısır’da erkeklerin, başlarına tüyler, kralların ise taç ya da peruk üzerine geçirilmiş bezler giydikleri bilinmektedir.
 M.Ö. 3000 yıllarında Girit Adası’nda yaşayan Minoslular, uzun sivri tepeli şapkalar, Asurlular ise kendilerine özgü yuvarlak şapkalar kullanırdı.


“KLAFT” adı verilen başlıklar Mısır’da kullanılmıştır. Halkın ve esirlerin giydikleri bu başlıklar, bir parça kumaştan ibarettir. Daha yüksek tabakadan olanlar bu kumaşı, üzeri kabuklarla örtülü metal bir taca tuttururlardı. Bazen kumaşı tutturdukları yerde metal yerine yılan başı ya da lotus çiçeği kullanırlardı.
Kral ailesi ise tüylerden ve balık pullarından yapılmış daha süslü “KLAFT”lar kullanırlardı.





Dinsel kitaplardan edinilen bilgiye göre Yahudi kadınları, Yakup peygamber döneminde başlarına yaşmak örterlermiş. Asurlu kadınlar koyun derisinden elde edilmiş olan fötr şapkalar giymişlerdir. “ FEZ ” adı verilen bu şapkalar kenarsız olup arkaya doğru sarkan altın kordonlarla süslenmiştir. Birçok tarihçinin söylediğine göre eski Yunanistan’da kullanılan ilk şapkalar, şaçıat kuyruğu gibi tutan üstü işlemeli bir tür tüldür.

Sonraları ilah Hermes’in giydiği gibi “PETASUS” ya da “PETASOS” adı verilen geniş kenarlı, küçük tepeli ve tepenin üstünde bir düğme bulunan şapka kullanmışlardır.
İÖ IV. ve II. yüzyıllarda, “TANAGRAK” adı verilen ve günümüzde Avrupa’daki birçok müzede görülen pişirilmiş tuğla biçimindeki “THEUTRUM” adlı şapkaları kullanmışlardır.
İranlı kadınlar deriden yapılmış küçük “TAMBUR” lar giyerler “Tambur”a tutturulan bir tülle de yüzü örterlerdi. Frigya’da azat edilen esir kadınlar bir ucu eğik koni biçiminde bereler giymişlerdir. Fötrden yapılan bu bereler,daha sonra Fransız Devrimi sırasında özgürlük sembolü olarak kullanılmıştır.

Roma İmparatorluğu’nun ilk dönemlerinde kadınlar “PILEO” adı verilen ve Frigya kadınlarının giydikleri bereye benzeyen ama o kadar yüksek olmayan bereler giymişlerdir. Daha sonra “CALIENDRUM” adı verilen yüksek tepeli,hasır şapkalar kullanmışlardır. Hıristiyanlık’ın başlarında avamdan olan kadınlar başlarını küçük ya da büyük şal veya yaşmakla örterlerdi. Aynı dönemlerde Roma ve Bizans İmparatorluğu’nun asil sınıfından olan kadınlar alın üzerinde bir banda veya taca tutturulmuş tüller kullanmışlardır.
İS 400 ‘de Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılması ile Ortaçağ başlamıştır. Bu çağda şapka modasında büyük değişiklikler olmuştur.Arkada topuz yapılan örgü saçların üzerine giyilen, tepesi düz bir takke olan ve çene altından keten kumaşla tutturulan “BERBETTE” modası bu dönemde ortaya çıkmıştır. Bu moda, İtalya, Fransa, İngiltere ve Almanya’da ufak değişikliklerle kullanılmıştır. Bu modeller Provence bölgesinde (Fransa’nın güney doğusunda Akdeniz kıyısında ) Eleanor ve Margaret-2’nin ünlü tablolarında görülmektedir.
Eski Roma İmparatorluğu’nda şapkayı zenginler giyerdi. Yoksulların ve kölelerin giymesi yasak olan şapka, ancak kölelikten kurtulunca özgürlüğün simgesi olarak giyilebilirdi.
Şapka,yıllar boyunca genelenekselliğin ve itibarın sembolü olarak kullanılmıştır. Örneğin, Katolik piskoposun tacının kaynakları, çok eski Hıristiyan dönemlerine ve muhtemelen Hıristiyanlık öncesine kadar uzanır. Piskoposun tacının biçimi, yüzyıllar sonra bütünüyle değişti. XII. yüzyıla kadar dönemin Gotik katedral mimarisi gibi karakteristik çift tepesi,göğü işaret etmektedir. Tacın üç tipi vardır: Basit, altın ve değerli ya da mücevherli. Hangi tacın kullanılacağı yapılacak törenin derecesine göre değişmektedir.
Hıristiyanlık’ınXI.yy’a kadar süren döneminde kadınlar, başlarını örtmek için vual kullanırlardı . Daha sonra vualin yerini tepesi sivri kukuleta biçiminde, boynu ve omuzları örten,yüzü açıkta bırakan başlıklar almıştır. Düşüncelerdeki değişiklikler giyilen başlık ve şapkalara da yansımıştır. Papa Paul VI, dinsel pratikte daha fazla yalınlığı ve çağdaşlığı istemiş olduğu için rahibelerin giyim alışkanlıkları da değişmişti. Bu duruma direnenler olmakla beraber, birçok dinsel emir, onların alışkanlıklarını yeniden tasarlayarak yanıt verdi. Değişim düşüncesi, giyilen başlıkların biçimini de belirledi. Tarih dönemleri boyunca örtünme, insanoğlundaki uyumla birlikte,ilahi hikmetten çok şeyler taşıdığı halde, birçok yorumun üretildiği simge haline de gelmiştir.
Zamanla Müslüman kadınlar da peçe ile tanışmışlardı. Neredeyse kadınlara özel tek başlık olan peçenin kullanımı çok eskilere uzanır. Bugün de bazı kadınların hala kullandığı peçe ile yüz, topluluk içinde örtülü tutulur. Müslüman ülkelerde kadının başını ve yüzünü örtmesi, inancın göstergesi olmasının yanı sıra kimi çevrelerce, alçakgönüllülüğün, saygının ve saygınlığın da ifadesi sayılmaktadır.
Şapkaya biraz daha uzak olan Doğu toplumlarında kadınlar genellikle saçlarını süslerler . İS XI. ve XIII. yüzyıllarda yapılan Haçlı Seferleri, Doğu ile Batı arasında her alanda olduğu gibi saç süsleme kültüründe de etkileşimler yaratmıştır. Batılı kadınlar saçlarını doğudakiler gibi taş ve boncuklarla süslemeye, doğulu kadınlar da Batı kültüründen esinlenerek başlarına şapka ve benzeri başlıklar takmaya hatta bunları kendi kültürleri ile özdeşleştirmeye başlamışlardır.
İngiltere kralı VIII.Henry’nin portreleri XVI.yy’da kral şapkalarının da çeşitlendiğini gösterir.
Bu şapkalar ya büyük tüylü bereler biçiminde ya da büyük kenarlıdırlar. Kadınların kullandıkları vualler bu yüzyılda da görülmektedir. Önceleri yüzün iki yanına sarkıtılarak kullanılan vual örtüler, sonraları başın arkasını da örten başlıklara dönüşmüş ve Fransız kukuletası olarak adlandırılmıştır. XVII.yy’da İngiliz şövalyelerinin kullandıkları şapkalara “SOMBRERO” denilirdi. Geniş kenarlı olan bu şapkalar, tüylerle süslüdür. Yine bu yüzyılda kadın şapkası modaevlerinin açılmaya başlandığı görülür .1529 yıllarındaki ilk kayıtlardan öğrenildiğine göre, Milan ve Kuzey İtalya’da hasır, şerit vb. malzeme kullanarak şapka yapanlara “Millaners” denilirdi.
İsviçre ve İtalya ürünü hasırlardan yapılan ve o yıllarda çok moda olan hasır şapkalarda, sonraları taklit hasır kullanılmaya başlanmıştır . Günümüzde de kullanılan bere ise, bu yıllarda İtalyanlar ve Fransızlar tarafından, genellikle kağıt, kuru ot ve at kılından üretilmiştir.
Romantik çağ olarak bilinen XVIII.yy,peruğun altın çağıdır. Kadınlar kule biçimde topladıkları saçlarını biblolarla süslerdi. Fransız Devrimi, erkek başına da kadın başına yalınlık getirmiştir. Kadınlar dantel ya da hasır şapka kullanır, büyük şapkalara siperlik takarlardı.
Erkekler arasında ise silindir şapka, yaygın bir biçimde kullanılırdı.
1860’ta hasır, 1870’te melon şapkalar yaygınlaşır. 1890’da ise fötr’den yapılmış şapkalar moda olur. Hasır şapkaların en kalitelisi üç yüzyıl önce Avrupa’ya getirilmiş olan ve geldiği yerin adıyla anılan “PANAMA” şapkalarıdır. El dokuması malzemeden yapılan bu şapkalar,dokusundaki hasırın güneşe karşı dayanıklı olması ile ünlüdür . XIX.yy’da kadınlar saçlarını türban ya da torba bonelerle gizlerdi. Hasırdan şapkalarını kurdele ve fiyonklarla süslerlerdi. XX.yy şapkalarına biçim veren ise, I.Dünya Savaşı’dır. Kunduz kürkünden yapılan büyük şapkalar, savaştan sonra yerini, çan biçimde küçük şapkalara bırakmıştır. 1920’lerde kadınlarda kaşlara kadar inen modeller, erkeklerde ise fötr ve melon şapkalar gözdedir.

1950’lerde hazır giyim,dünya modasında hızla yerini alırken şapka da ona uygun olarak değişime uğramıştır. 1960’larda kadınlar şapka giymeyip saçlarını kuaförlerde boyatmaya ve biçim verdirmeye başlamışlardır. Fakat bu akım da çok kısa sürmüş ve yerini doğallığa bırakmıştır
Günümüzde ise, kadınlar da erkekler de,kolaykullanılabilen,yağmura ve soğuğa karşı koruyucu, işlevsel şapka kullanmayı tercih ediyor.


TÜRKLERDE ŞAPKA

Türklerin tarihinde önemli bir yere sahip olan şapkanın kullanımı Orta Asya’daki göçebe döneme kadar uzanır. Bozkır Türk giysilerinin malzemeleri yün (koyun, keçi, deve yünü), deri (koyun, kuzu, sığır, tilki ve az miktarda ayı derisi) ve kürkten oluşmaktaydı. Şapkalar genellikle postan ve keçeden yapılmıştır. Sürekli olarak açık havada dolaşılması nedeniyle soğuğa, rüzgâra karşı kulaklıklı ve enselikli şapkalar kullanılıyordu
Kaşgarlı Mahmut’un “Divanü Lügat-it-Türk”ünde koyun ya da kurt postundan yapılan şapka “börk” kelimesiyle, börk ise,dört türüyle kayıttadır. Sukarlaç, kızıklığ, kuturma ve kıymaç. Geleneksel kadın başlıkları çok çeşitlidir. "Taqiya" ve "qunduz börk", "oqa börk" gibi çesitleribulunmaktadir. Genç bir kadın evlendikten sonra evli olduğunu gösteren beyaz bir başörtüsü takmaktaydı. Kaşgarlı Mahmut Dîvân ü Lûgât-it Türk'ün de " Fars 'sız Türk olmaz, başsız börk olmaz." sözüyle tarihimizde “börk” kullanımının öneminden söz etmiştir. Hatta günümüzde çok kullanılan bir atasözümüzün gerçek söylenişi “baş kırılır börk içinde,kol kırılır yen içinde ” biçimindedir .
Börk ilk olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk yıllarında Bursa 'nın fethinden sonra ve İznik'in fethinden önce Vezir Alaeddin Paşa ile Bursa Kadısı Çandarlı Kara Halil'in (öl. 1387) istekleri doğrultusunda yapılmıştı. Buna göre her an savaşa hazır yaya ve atlı bir kuvvetin bulundurulması gerekiyordu. Bu amaçla Türk gençlerinden oluşturulan ordunun atsız askerine "Yaya", atlı askerine de "Müsellem" adı verildi. Alaeddin Paşa'ya göre askerî sınıfa mensup olan kimseler ile vezirler, özel bir kıyafet giyerek halktan ayırt edilmeliydi. Bu nedenle, bunların giyecekleri elbise ve başlarında taşıyacakları sarığın renk ve biçimi saptandı . Savaşa hazır asker sınıfı buna gore "ak börk" giyecekti,böylece taşradaki tımarlı sipahilerden de ayrılacaklardı.
Osmanlı İmparatorluğu’nda 1826 ‘ya kadar börk kullanılmıştır. Yeniçeriler, başlarına börk adı verilen beyaz keçeden bir başlık giyerlerdi. Bunun arkasında ise yatırtma denilen ve omza kadar inen bir parça yer almaktaydı. Yeniçeriler börklerini eğri, subaylar ise düz giyerlerdi. Fatih kanunnamesinde belirtildiğine göre yeniçeri taifesine her yıl beşer zira (dirsekten orta parmak ucuna kadar olan bir uzunluk ölçüsü ) lacivert çuha ve otuz iki akça "yaka akçası" ile her birine başına sarması için altışar zira astar verilmesi hükmü konulmuştu.
Yeniçeriler yalnızca törenlerde “üsküf” denilen başlık giyecektir.
Mehter takımının da başlıkları önemli idi. Yürüyüş nizamında en önde başında “üsküf” bulunan mehteran bölüğü komutanı yürürdü.
II. Bayezit, Akkerman ve Kili kalelerini feth ettiği zaman Mengli Geray Han'a da padişaha hizmetlerinden ve o muharebelerdeki celadetinden dolayı ödül olmak üzere padişah tarafından beyaz kadifeli samur kalpak, altın işlemeli üsküfarmağan edilmiştir.

Boğdan Beyi’nin de yardımıyla Lehistan’a karşı yapılan harekette BoğdanBeyiStefan,sadakat gösterdiğinden kendisine kırmızı keçeli altın üsküf giydirilmiştir. Tüm kültürlerde olduğu gibi benzer örneklerden de anlaşılacağı gibi başlığa tarihimizde de gerekli önem verilmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu zamanında kullanılan diğer başlıklar;

Külâh-ı Mevlevi ve fahir de denen sikke, koyu kahverengi, bal rengi ya da beyaz, yaklaşık 45 - 50 santimetre uzunluğunda, iç içe geçmiş iki kat dövme yünden ( keçeden ) yapılan bir külahtı. Üst tarafı, alt tarafına oranla dardı. İlk zamanlarda alt kenarı kalın, üstü sivrice ve kalıpsız olan sikkelerin, sonraları boyu kısaltıldığı gibi, keçesi de inceltilmiş ve fese benzetilmişti. Sikke zamklanır, kalıplanır, ütülenir, parıl parılbir hale getirilirdi.

Şeb-külâh denen ve gece yatılırken giyilen sikkeler, arakiyyeden kısa ve kalıpsızdı. Son zamanlarda yalın kat sikke giyenler de vardı. Sikkelerin kenarlardan itibaren üste doğru basık ve tepesi keskin olanlarına “külah-ı seyfî “ (kılıca benzer külah) denirdi. Son zamanlarda bu çeşit sikke giyen yoktu. Mevlevi Şeyhi Divane Mehmet Çelebi ve dervişleri bu çeşit külâh giyerlermiş. YûsufSîneçak’ın mezar taşında da Mevlevi olduğunu belirten “seyfî külah” biçimi kazınmıştır. Anlaşılıyor ki bu külah, daha çok Şemsî Mevlevîlere aitti.

Arakiyye
Ter emen anlamlarına gelen bu sözcük, beyaz ve dövme yünden yapılmış, sikke kadar uzun olmayan bir serpuşu tanımlar . Semâ' çıkarmamış matbah canları, arakiyye giydikleri gibi isteyenlere ve bilhassa çocuklarla kadınlara şeyh tarafından arakiyye tekbir edilirdi. Üstü yukarıya doğru sivrice, dar ve iki yandan yassı olup üstte, âdeta önden arkaya doğru ve yüksek bir çizgi oluşturacak biçimde yapılmış olanlarına “elifi arakiyye” denirdi.
Fes, Osmanlı topraklarına XIX. yüzyılda gelmiştir. 1826'dan hemen sonra, İkinci Mahmut'un yeniçeriliği kaldırması sırasında Akdeniz'de seferde olan Kaptan-ı Derya Koca Hüsrev Paşa,
padişahın yeniçerilerden hiçbir eser kalmaması konusunda çaba gösterdiğini işitince, Tunus'tan bir miktar fes alıp tayfalarına giydirdi. İstanbul'a döndüğünde askerleriyle beraber padişahın huzuruna, başında fesle çıkınca, bu yenilik padişahın çok hoşuna gitti ve eski başlıkların yerini fesin almasını emretti.
Tunus'a hemen 50 bin adet fes sipariş edildi. Ancak daha sonra hammaddesi yün olan fesin üretiminin kolaylığı fark edildi. Bir imalathane kuruldu ve başına İzmir'liKatipzade Mustafa Efendi getirildi. 1828'de çıkartılan bir kıyafet nizamnamesiyle de fes,resmi başlık oldu. Daha sonra genişleyen Feshane Fabrikası bütün ihtiyacı karşıladığı gibi imparatorluğun ilk yünlü mensucat fabrikası haline geldi ama fes ithalatı hep devam etti.
Cezayirli denizcilerin İstanbul’a taşıdığı fesi bir dönem Türk denizcileri ve kadınlar da kullanmıştır. Fesler arasında püskül ve kalıp farkı vardı. Önceleri Tunus tarzı püskül benimsendi. Mavi renkli olan bu püskül çok büyük ve uzundu. İlk zamanlar arkayı ve tepeyi tamamen kaplayan püskül zamanla küçüldü, kısaldı ve fesin yalnızca arkasında kaldı.
1848'de bir de püskül nizamnamesi çıkartıldı, püskülün uzunluğuna, rengine ve ağırlığına kadar bütün ayrıntılar ortaya konuldu. Bu yeni başlığın formunu koruması için zaman zaman yapılan yenileme, fesin kalıba konulması biçiminde olurdu. İzmit'te Todori adında bir Rum tarafından keşfedilen kalıplama tekniği daha sonra İstanbul'da yaygınlaştı. Sultanahmet Parkı'nın karşısındaki sıra dükkanlar ile Süleymaniye, Fatih ve Aksaray'da bulunan birçok mağaza, bu işi yapardı. Osmanlı İmparatorluğu döneminde şapkanın özel bir yeri vardı. Saray ve saraydaki yüksek rütbeli subaylar 43 çeşit farklı başlık biçimi kullanırlardı. Kimse bulunduğu sınıfa ait olmayan rengi ve biçimi kullanamazdı. Hükümet ve devlet görevlileri için ayrılan başlık biçimi sayısı yirmi yedi idi. Sadrazamdan vezir habercisine kadar herkesi şapkalarından tanımak mümkündü. Sarıktan fese, festen şapkaya geçilmiştir. Osmanlı’da, çok çeşitli başlıklar kullanılırdı. En yaygını ise "kavuk" ve " külah"tı. Sadrazamdan kâtibe kadar herkes, şapkalarından tanınırdı. Bu mezar taşlarına bile yansımıştır.

Osmanlı imparatorluğu'nun son beş yılına damgasını vuran İttihat ve Terakki’nin önemli liderlerindenEnver Paşa’nın kullandığı kalpak, o yıllarda moda oldu. “Enveriye kalpağı” ya da yalnızca “enveriye” diye adlandırılan kalpak,I.Dünya Savaşı’ndan önce tasarlanan bir askeri başlıktır. Enver Paşa bu başlığı Trablusgarp Savaşı sırasında gördüğü İtalyan güneş şapkalarından esinlenerek oluşturmuştur. Hasır bir iskelet üzerine kumaş dolanarak üretilen enveriyeyi, erattan en yüksek rütbeli subaylara, donanma dahil, her branştan herkes, sahrada giymiştir.
Erzurum Kongresi sonrası, vakit geceyarısını geçmiş. Mustafa Kemal Paşa, İbrahim Süreyya (Yiğit) ve Mazhar Müfit ( Kansu ) küçük bir odada çalışıyorlar. Aniden İbrahim Süreyya Bey, Mustafa Kemal Paşa'ya şöyle bir soru yöneltir:
"Paşam, başarıya ulaştıktan sonra... neler yapmayı düşünüyorsunuz?"
Mustafa Kemal bu soru üzerine Mazhar Müfit'e dönerek, "Şimdi not et bakalım" diyor, "ama defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir Süreyya, bir sen bileceksin. Şartım bu. Önce tarih koy: 7-8 Temmuz 1919. Sabaha karşı." Ve zafer sonrası Türkiyesi için düşüncelerini tek tek yazdırıyor:
“Bir: Zaferden sonra hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır.
İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince gereken muamele yapılacaktır.
Üç: Tesettür kalkacaktır.
Dört: Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir.
Beş: Latin harfleri kabul edilecektir ."
Mustafa Kemal, Anadolu'ya gönderilmeden çok önce kendi Türkiye’sini oluşturmuştu. O’nu Anadolu'ya gönderen Sultan Vahdettin, bir anlamda planlarını gerçekleştirmesine yardım etti.

ATATÜRK’ E GÖRE ŞAPKA
Çağdaş olma, evrensel medeniyete katılma, kafaların içini hurafelerden kurtarıp bilimsel düşünceye açma yolundaki çabaları destekleyecek en önemli adımdı. Kişinin kıyafetini değiştirmekle ruhsal yapısının da değişeceğini varsayıyordu. "Arkadaşlar" diyordu, şapkalı olarak ilk kez gittiği Kastamonu'da: "Turan kıyafetini araştırıp canlandırmaya gerek yoktur. Medeni milletlerarası kıyafet, milletimiz için layık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya potin, üstünde pantolon, yelek, gömlek, kravat, ceket ve doğal olarak bunların tamamlayıcısı olmak üzere başta siperi şemsli serpuş; bunu açık söylemek isterim, bu başlığın ismine şapka denir."
Ankara'ya döndüğünde kendisini karşılayan "üst düzey"dekilerin tamamı şapkalıydı. Hava ile birlikte moda anlayışı da değişmiş, hayat bir gün içinde başkalaşmıştı.

TBMM'de şapka görüşmeleri,
Hazırda bekletilen " Şapka iktisasına (giyilmesine) Dair Kanun " Tasarısı hemen Büyük Millet Meclisi'ne sevk edildi;ancak bu tasarıyı Meclis’ten geçirmek kolay olmadı. Tasarı görüşülürken, taslağın anayasaya aykırı olduğu ileri sürüldü. Bunu ileri süren Bursa Milletvekili Nurettin Paşa 'ya karşı, Atatürk 'ün yakın çevresinden dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat (Bozkurt) çok sert çıktı: "Hürriyetin nasibi, irticaın elinde oyuncak olmak değildir? Ülkenin çıkarlarına olan şeyler hiçbir zaman anayasaya aykırı olamaz, olmaması mukayyettir (belirlenmiştir)." Herkes sustu . Şapka kanunlaştı ( 25 Kasım 1925 ) .Artık erkeklerin şapka dışında başlık giymeleri suçtu. Ama o sırada ülkede yeteri kadar şapka da yoktu. İnsanlar şapkaya benzer ne bulurlarsa başlarına geçiriyorlardı. Hatta Rum kadınlarının giydiği şapkalar bile bir süre üst tabakadaki erkekler tarafından kullanılmış ve trajikomik görüntüler oluşmuştu.
Şapka olayları,

Şapka Kanunu'nun çıkmasıyla birlikte Erzurum, Rize, Sivas, Maraş, Giresun, Kırşehir, Kayseri, Tokat, Amasya, Samsun, Trabzon ve Gümüşhane'de sert direnişler yaşandı. Ama hepsi çok şiddetli, hatta vahim bir biçimde bastırıldı.
Örneğin, Trabzon, Hamidiye Zırhlısı tarafından bombalandı. "Bizim uşakların,  atma Hamidiye atma, şapka da giyeceğuk, vergi de vereceğuk" diye aman dilemeleri ünlüdür.


Şapka Kanunu,

İnkilap kanunları diye adlandırılan ve değiştirilmez olarak kabul edilen kanunlardan biri de, 25 Teşrinisani 1341 tarihli ve 671 sayılı Şapka İktisası Hakkındaki kanundur. (Resmi Gazetede yayın tarihi: 28.11.1925/230).
Bu Kanuna göre Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri dahil, bütün kamu görevlilerinin, bütün memur ve müstahdemlerin "şapka giyme mecburiyeti" vardır. Kanun, kamu görevlileri açısından "şapka giyme mecburiyeti"ni getirmekle beraber; vatandaşlar açısından bir yükümlülük ihdas etmemektedir. Halen yürürlükte olan bu kanunu uygulama görevi, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Bakanlar Kurulu'na verilmiştir. Ancak bugün, başta milletvekilleri ve Bakanlar Kurulu üyeleri olmak üzere, kamu görevlileri artık bu zorunluluğa uymamaktadır . Bu nedenle bir "İnkılap Yasası " olan bu yasa, artık “metrukiyetle maluldür”. Yani hukuken varlığını devam ettirmekte ise de günlük hayatta artık uygulanmamaktadır . Öyle ki, 16.7.1982 tarih ve 8/5 105 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile kabul edilen "Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık-kıyafetine Dair Yönetmelik" (RG.: 25.10.1982/17849) dahi artık şapka giyilmesinden bahsetmemektedir. Yalnızca kamu görevlileri açısından "şapka giyme zorunluluğu " getiren bu yasa, artık "kadük" kanun durumundadır.

Uygulamada “yok” hükmünde olan bir yasayı Anayasaya yazıp da (orada ibka edip de) "değişemez veya Anayasaya aykırı olarak yorumlanamaz" kaydı koymanın ne anlamı vardır?
3 Kânunuevvel 1934 tarihli ve 2596 sayılı Bazı Kisvelerin giyilemeyeceğine dair kanun (RG.: 13.12.1934/2879). Yasanın;
1. maddesi hükmü, yalnızca "ruhaniler"le ilgili olup. "ruhani kisve"lerin "mabet ve ayinler haricinde" taşınmasını yasaklamaktadır.
2. maddede, izcilik gibi sportif faaliyetlerin icrası ile ilgili kıyafet ve alametlerin belirlenmesi bir hukuki rejime tabi tutulmuştur.
3. maddesiyle, yabancı bir devlete ait askeri veya sair resmi kıyafet ve alametlerin taşınması yasaklanmıştır.
Yasada, "yabancı örgüt mensupları"nın kendi özel kıyafet ve alametleriyle ülkemizi ziyaret etmeleri, Bakanlar Kurulu'nun iznine tabi tutulmuştur (md. 4).Yasanın 5. maddesinde ise, ülkemizde görev yapan yabancı devlet memurlarının kıyafetlerinin uluslararası teamüllere tabi olduğu belirtilmiştir. Bakanlar Kurulu, bu yasanın uygulamasıyla ilgili olarak "Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanunun Tatbik Suretini Gösterir Nizamname"yi çıkarmıştır (RG.: 18.2.1935/2933).
Bu yasanın yasakladığı ya da sınırladığı davranışların, örneğin Avrupa Birliği’ne girilirse anlamı kalmayacak ve önemli ölçüde değişecektir. İzcilik, sportif faaliyetler vb. ile ilgili kıyafetlerin bir yasaya tabi olması konusu da Anayasa'da yer almamalı ve değişemez olmamalıdır.
26 Teşrinisani 1934 tarihli ve 2590 sayılı Efendi, Bey, Paşa gibi Lakap ve Unvanların Kaldırıldığına dair Kanun.
Bu kanun da yürürlüğe girdiği günden beri genel olarak uygulanmamıştır.
Şapkadan başka bir başlık giymekte direnmenin cezası, kanuna göre, üç aya kadar hafif hapisti. Ama şapka, İstiklal Mahkemeleri'nin en önemli konusu haline getirildi. Ve şapkaya direndikleri gerekçesiyle, başta İskilipli Atıf Hoca olmak üzere, Rize'de 8, Maraş'ta 7, Erzurum'da 4, Sivas'ta 3, İskilip'te 2, Menemen'de 28 olmak üzere, diğer yerlerle birlikte toplam 78 kişi idam edildi.
Mustafa Kemal'in 26.Ağustos 1925'te yani Cumhuriyet’in kuruluşundan hemen iki yıl sonra İnebolu Türkocağı'nda "Cevheri gösterebilmek için çamuru atmak lazım. Çok cevherli olan bizim milletimize layık olan kıyafet, medeni ve beynelmilel kıyafettir. Öyle giyineceğiz. Ayakta iskarpin, potin, pantalon, yelek, gömlek, kravat, ceket ve bunları tamamlamak için başta siper-i şems'li serpuş.
Açık söylemek isterim. Buna 'şapka' derler" diye yaptığı konuşma Türkiye'de giyim tarzında yeni bir dönem başlatmış oldu.
Tanzimat'la başlayıp Meşrutiyet'le artan Batıcılık akımının etkisiyle, özellikle İstanbul Pera'da, Levantenler’in ve gayrimüslimlerin öncülüğünde zaten pantolona, iskarpine, yeleğe, gömleğe rastlanmaktaydı. Hatta şapka giyen Müslüman Türkler bile vardı. Genelde erkek dünyasındaki bu durum, kadınların dünyasında ancak varlıklı, batı eğitimi almış kesimlerde görülmüştür fakat onlar da dışarıda örtünmek şartıyla.
Cumhuriyet’in ilanından sonra, bütün toplumun modernleşme çabalarına şapka da dahil olacak ve 25.Kasım.1925’te Şapka Kanunu ile fes, kalpak ve sarıkların kullanılması yasaklanacaktır. Fese henüz alışmış bir toplumun şapkaya alışması pek kolay olmayacaktı, nitekim öyle de oldu ve yurdun çeşitli bölgelerinde protesto olayları yaşandı.
Şapka devrimine kadar geçen dönemde daha çok azınlıkların kullandığı şapka, yurt dışından getiriliyordu, bu dönemde Fransa’nın şapka ithalinde önemli bir yeri vardır. 1925’teki şapka devriminden sonra Türkiye’de önceleri azınlıklar tarafından yapılan şapkalar,o dönemin beğenisini kazanmış keçe(fötr), kumaş ve hasırdan üretilirdi .
Küçük atölyeler halindeki bu kuruluşlar ile 1927'de açılan Kız Sanat Enstitüleri ve biçki dikiş kursları,Cumhuriyet kadınının yeni giyim tarzına uyumunu hızlandırdı. Enstitülerde yetişen kızlar, yılın modasını izliyorlar ve kısa saçlarının üzerine giydikleri 'cloche' yeni çan biçimindeki şapkalarıyla geziyorlardı. 1930'lara gelindiğinde bütün batı dünyasında olduğu gibi Türkiye'de de krizin etkileri hissediliyordu. Buna paralel olarak giyimde de yerli malına dönüş yaşanmaya başlandı, daha ucuz bir yöntem olan hazır giyimin ilk adımları atıldı ve artık kıyafetler kadınsı ve erkesi olarak ayrılmaya başlandı. Ama şapka,kadın erkek ayrımı yapmadan hükümranlığını sürdürdü.
1940'larda İkinci Dünya Savaş'ıyla birlikte bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de yoksulluk yılları başladı. Tabii moda dünyası da bundan nasibini aldı ve o dönem, eskilerin yeniden değerlendirilmesi dönemi olarak tarihe geçti. Şapka da bu arada lüks gurubuna girerek eskiye oranla şaşaasını yitirmeye başlamıştı. Artık ya çok yaygınlaşan türban biçiminde eşarplar başlara sarılıyor ya da eski şapkalar,el yapımı çiçekler, meyveler ya da kurdelelerle süslenip yeni hale getiriliyordu.
II.Dünya Savaşı’nda göçler ve ekonomik zorluklar nedeniyle şapka atölyelerinin bir çoğu kapandı ve ne yazık ki şapkacılık alanında bir boşluk doğdu. Sarıyer ve Kuruçeşme’deki keçe fabrikalarının da kapanmasıyla yerli fötr imalatı tamamen durdu. Yerli imalat o zamanlar devrim gereği mecbur tutulan okul şapkalarına, kasket ve resmi şapkalara yöneldi.
1950'li yıllarda kadının savaş sonrası büründüğü silüet ana hatlarını koruyordu. Moda dünyasında inanılmaz bir süreç başlamıştı. Elbiselerin boyları bir uzuyor bir kısalıyor, yakalar değişiyor, pantolonlar bir daralıyor bir bollaşıyordu, ama bütün kıyafetleri tamamlayan aksesuar olarak şapka yerini sürekli koruyordu.
1960'lar artık özgürlüğün ve eşitliğin sorgulandığı yıllar oldu. Modada zarafet ve şıklığın yanı sıra işlevsellik ön plana çıktı. Gösterişli, bol tüllü şapkaların yerini, insanların başlarını soğuktan ya da güneşten koruyacak şapkalar aldı.
1970'lere gelindiğinde ise farklı çizgiler göze çarpmaya başladı. Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de vizondan yapılmış biçimli bereler ile astragandan yapılmış şapkalar göze çarpmaya başladı.

1980'li yıllarda ise tamamen kadınsı çizgilerin öne çıktığını görürüz. Paris, Londra sokaklarının ışıltısını aratmayacak mağazaların hayatımıza girmesiyle birlikte moda,daha yakından izlenmeye başlandı. Küçük ama bol aksesuarlı şapkalar gündeme yeniden oturdu.



Zaman zaman ünlülerin giydikleri şapkalar moda tarihinde hala konuşulur.
Örneğin:


Jackie Kennedy'inin giydiği pill-box (ilaç kutusu) modeli










Marlon Brando'nun Asi Gençlik filminde giydiği siperli deri şapka, günümüzde hala kadın ve erkeklerin kullandığı ve yıllarca kullanacakları bir modeldir.








Sinema tarihinin klasikleri arasına giren Casablanca filminde HumpreyBogart'ın ve IngridBergman’nın kullandıkları fötr şapkalar, film gibi klasikleşmiş modeller arasındadır.



Muhteşem Gatsby (Great Gatsby) filminde Robert Redfort’un giydiği sekiz parçalı kasket









Tüm bu modeller,günümüzde hala aslına sadık kalınarak ufak tefek değişikliklerle kullanılmaktadır.

Şapka yıllar boyunca bazen bir sınıfa ait olmanın göstergesi, bazen bir başkaldırının simgesi olmuştur. Fransa’nın işgaline karşı çıkanların giydiği Basque bölgesine ait bereler, Che Guevare'nin kullandığı ve hatta simgesi olan bere. Yıllarca başka toplumlar tarafından da başkaldırının ve özgürlüğün simgesi olarak kullanılmıştır. Bir savaşın bir mücadelenin simgesi olan bereler, günümüzde çeşitli ülkelerin askeri üniformalarına da girmiştir.
Yine sinema klasiklerinden olan modellerden biri de kendine özgü giyim tarzınının en iyi yansıması olan Indiana Jones filminde kullanılan Harrison Ford ve SeanConnery’in kullandıkları modeller, günümüzde bilgeliğin ve macera severliğin bir göstergesi olarak kullanılmaktadır.

Bir zamanların unutulmaz dizisi olan Dallas’ta LarryHagman’nın giymiş olduğu fötr şapka onun kendine olan güvenini,zenginliğini ve otoritesini yansıtmıştır. Kunduz kılından keçeleştirilerek yapılan bu şapkanın imalatı çok zordur.


Günümüzde bayanlar tarafından çok kullanılan bone tarzındaki şapka, dünyada bir anda, FayeDunaway’in “BonnieandClyde” filmiyle moda olmuştur . Ayrıca yine aynı filmde Robert Redford’un kullanmış olduğu fötr şapka da unutulmaz modellerdendir.
Küba’nın efsanevi lideri Fidel Castro’nun giymiş olduğu kep, günümüzde hala çok kullanılan bir modeldir.

Frank Sinatra, giydiği fötr şapkalarla hep kendi tarzını yaratmış ve bu tarzıyla da aykırılığını, umursamazlığını, hayata bakış biçimini, oynadığı tüm filmlere taşımıştır.

Diğer yandan kullanıldığı alanlara göre simgeleşen şapkalar da vardır. Örneğin tenis oynayanların kulandıkları tenis vizyerleri, kortların dışına taşmış günlük hayatta kullanılan bir model olmuş, kullananların sporcu yanını simgeleyen bir anlam yüklenmiştir.
Yine aynı biçimde golf oynayanların kullandığı kep, Fransa Cumhurbaşkanı Charles De Gaulle'ün giydiği şapka, Mevhibe İnönü'nün giydiği türban, Süleyman Demirel'in fötr şapkası, Bülent Ecevit'in kaptan şapkası, kendileriyle özdeşleşmiş simgeleridir ve tüm tarih boyunca öyle hatırlanacaklardır.

Bugün ülkemizde küçük atölyelerde daha çok el emeğine dayanan üretim yöntemleriyle şapka yapılmaktadır. Batılı bazı ülkelerin şapkayı sanayi kolu haline getirmesine karşın Türkiye’de bugün hala elle çalışan presler ve tahta ütü kalıpları vb. kullanılmaktadır.

Günümüzde Türkiye’de tüketilmekte olan birçok şapka modeli, ne yazık ki hala yurt dışından, özellikle uzak doğudan getirilmekte ve bu durum tüm tekstil sektöründe olduğu gibi şapka sektöründe de haksız rekabete yol açmaktadır.

Emrah Altınay


1 yorum:

  1. Hangi kaynaktan faydalandınız acaba yazılı basım önerebilir misin? Kitap Makale (harmandaahmet@gmail.com)

    YanıtlaSil